MEGGYOZYEL

When I'm good, I'm very very good but when I'm bad, I'm even better

bedava

dertsiz başınıza dert, açık yüreğinize sıkıntı istiyorsanız 2 seçeneğiniz var.

1-beni takip edin; manyetik bela çekici özelliklerim var.

2- benim takip ettiklerimi takip edin. azap, gazap, kasvet, hüzün, ajitasyon, arıza….. öyle değilse de ben bakınca oluyor. hayır, hakikaten inanıyorum ki dizi seyretmeyi bıraksam bu aşiret olayları ve kan davaları 3 vakte kalmaz, sona erecek.

sabahın 6sında başlayan bir radyo programı var. ben sabah saatlerinde sadece 7:50-8:15 arasında arabamda ikamet ettiğim için, programın kısa bir bölümünü dinleyebiliyorum.
program bildiğiniz haber, müzik, dedikodu, röportaj, geyik üzeri reklam ve halivud ihtiva ediyor.

sunucu ryan seacrest.

kendileri, bilenler biliyorlar, 1974 doğumlu, lüzumdan fazla meşhur, boyuna göre çok zengin, yapımcı, seslendirme sanatçısı, yönetmen, sunucu, radyo programcısı, dj ve çeleb! bir olasılık, amerika’da sokakta 10 kişiden 8’i vays prezidanı tanımayabilir fakat ryan seacresti tanımaması mümkün dışı!

programın segmentleri arasında şanslı dinleyicilere ve ihtiyacı olanlara para dağıtıyor; telefon şakaları yapıyor; meşhurlarla laflıyor ve liste şarkıları (ki listeyi belirleyen zaten az buçuk kendi çalıştığı kanal olan KİİS FM) insanı doğduğuna pişman edene dek ardı ardına çalıyor….

yazıyı yazmama sebep son birkaç senedir programa dahil etmiş olduğu ‘ryan’s roses’ adli segment. kültür seviyesi yüksek bir okuyucu kitlem olduğu için, kelimeyi türkçe’ye tercüme etmiyorum lakin içeriği anlatmam gerek.

kocasının, sevgilisinin, nişanlısının kendisini aldattığından şüphe eden kadın radyo programını arıyor. ryan seacrest ile işbirliği ediyor; konuşmalarının radyoda yayınlanmasının ve onun adına “aldattığından şüphe ettiği adamın” aranmasının uygun olduğunu teyid ediyor. legal sebeplerden etmesi de gerekiyor.

sonra telefon.

zzzrrrrr……

koca/sevgili/nişanlı açıyor. karşısında tanımadığı genç, sen şakrak bir kadın sesi:

“biz bilmemneredeki ‘delivery’ şirketinden arıyoruz. sadece kurye servisimizi tanıtmak amacıyla sizin seçeceğiniz bir kişiye, sizin adınıza bir düzine gül yollayacağız. sizden hiçbir bilgi istemiyoruz. yani bize adınızı, kredi kartı numaranızı vs vermiyorsunuz. sadece kartın üzerine yazmak istediğiniz mesajı söyleyin; biz de gülleri o kişiye izin adınıza teslim edelim!”

adam afallıyor tabii. bu zamanda, kimsenin kimseye hiçbir şeyi ilaç niyetine bile beleşe vermediği bir zamanda…… nasıl oluyor da oluyor?

“ şimdi siz benim bilgilerimi sormayacak mısınız? benim kredi kartımı almayacaksınız, öyle mi? yani tamamen “free roses!””

“evet”, diyor hatun kişi, “evet! sadece reklamımız olsun, torba dolsun diye bu amme hizmeti. olur da servislerimizden memnun kalırsanız siz bizi ileride zaten ararsınız. siz şimdi sadece güllerin üzerine ne mesaj koymamızı istediğinizi ve kime yollamak istediğinizi söyleyin, yeter!”

ryan hatta, arayan hatun hatta, nefesini tutmuş kocanın/sevgilinin gülleri kime yollayacağını bekleyen gergin eş hatta…..

bu etapta benim ellerimi görmeniz lazım. direksiyona kenetlenmiş, kaşmaktan eklem yerleri bemmmmbeyaz.

“noooolur” diyorum içimden…. “noooolur, karının adını şöyle. lütfen lütfen lütfen lütfen rachel de, lütfen rachel de!”

derin nefes alıyor tekerleklerin merkezinden geçen ve taşıtın altına enlemesine yerleştirilmiş mil, eksen, aks (a.k.a. dingil).

“ok… hmmm… karta şunu yazalım…. emily, dün gece harikaydı; en kısa zamanda tekrar….”

……….
……………
…………………..

bu cümleyi tamamlamaya çok az erkeğin ömrü yetiyor elbet.

çünkü hatta bekleyen ve şüpheleri doğrulanmış jaguar, bir anda habitatindan çıkıyor -tırnaklar manikürsüz!

(ara sıcak: batı yarımkürenin en güçlü kedisi olan jaguar, kediğiller familyasından panter cinsinin 4 büyük kedisinden biridir. özellikle orta ve güney amerika’nın tümünde bulunur ve yeni dünya’nın en büyük kedisi olarak kabul edilir. jaguar, genellikle şu kenarlarında tek başına yaşar; yalnız avlanır. Tek başına dolaşıp avını tek başına tuzağa düşürür. Önce yakalayacağı avı seçer, ardından onu takip eder ve kafatasını iki kulağının arasından ısırarak avını öldürüp yemeye başlar)

konuya dönüş….

anlayamadığım en önemli nokta şu: yani kadının bunu kendi imkanlarıyla, uyduruk bir telefon konuşması ile bulabilmesi mümkünken, bunu canlı yayında yapıp, bu travmayı canlı yayında yaşamayı seçmesinin sebebi nedir?

seacrest sağolsun, bazı çiftleri daha sonraki günlerde arayıp arıza kontrol yapıyor fakat o anda erkeklerin ağızlarından çıkan savunmaları uçuca dizseniz, dünyanın en büyük gay-parade’ine gökkuşağı bayrak olur.

o nasıl bir şoktur? o , o anda…. telefonun öbür ucunda karının veya uzun yıllardır birlikte olduğun sevgilinin sesini duymak, üstelik tam da dün gece mehtaba çıktığın emily için aşk sözcükleri dikte ettirirken bunu aslında birkaç milyon kişiyle paylaştığını anlamak nasıl bir duygudur?

sosyal medyada az buçuk takip edenler benim anarşist ruhtan bir nebze haberdar. konvansiyonel olan değil de, biraz farklı olanın peşindeyim, tüm konvansiyonel, tutucu, bağnaz oğlak beynimle.

bu güller konusunda da aslında derdim kadın değil.

kadın standart.

çünkü kadının yaşadığını biliyorum.

neler hissettiğini, içindeki duyguyu, kini, nefreti, acıyı, şaşkınlığı, hayalkırıklığını, dehşeti, korkuyu, bilinmezliği, tiksintiyi, siziyi, eşzamanlı ölme ve öldürme duygusunu… nasıl yandığını….. biliyorum.

bilmediğim, erkek.

aklı ve bedeni ile (gönül meselesi karışık) bir gecelik-bir haftalık-geçici veya kalıcı, bir başkasını seçtiği halde, evdeki bulgurdan olmama adına sergilediği çırpınışın sebebi.

nedir?

neyin korkusu?

zaten istemeyi bıraktığı insanın, onu bırakmaması, onu istemeye devam etmesi için, 12 saniye içerisinde akla hayale gelmeyecek, gelse bile söylemeye utanılacak birbirinden maskara 36 bahane sıralaması?

e, beyninde yanlış dizilmiş kromozomlarına yandığım adam!

oracıkta, o egolarınıza kodlanan ezik kadın figürüne dönüşüveriyorsun işte.
halbuki biri de birgün çıksın…. evet! desin yahu. evet yaptım. başkasına gittim.
şekil a-seni istemedim
şekil b-başkasını istedim.
dannnn (bu yumruk masada demek!), ben o gülleri emily’ye yolluyordum çünkü canım ONA yollamak istedi.

……………………………

etraf ne der, elalem ne der, kariyerim ne olur, itibarım ne olur, kurmak için emek sarfettiğim ailem ne olur, bizi “sandıkları” resim ne olur, çocuklarım ne olur, basıp evden çıkarşma ne olur, evde kalsam ne olur, nafaka ne olur, aylık masrafim ne olur, yaşlılığımda vaziyet ne olur, avukat ne olur, avukatsız ne olur, öbürüne gitsem gelecekte ne olur, özlesem ne olur, gidersem ne olur, kalırsam ne olur, itiraf edersem ne olur, inkar edersem ne olur ile başlayan, ömrün gözlerin önünden saatte 180 mille geçtiği Mamıya’lanası bir an.

tık, tak, tık, tak…..

tepkin o kadar önemli ki….. o tepkiye göre evdeki bulgurdan olmayacağın gibi, dimyata pirince de gitmeye devam edebileceksin belki a salak!

tık, tak, tık, tak…….

“rachel… rachel dur bir dakika dinle lütfen… emily bizim sigorta policemizi hazırlayan bayan… dün akşam ondan fiyat almaya gitmiştim ve o gülleri de onun için şeyetmiş……”.

pimini çektiğin el bombasını, pantalonunun sağ cebine sokmak gibi bir cevap bu.

tık, tak, tık, tak……

BUMMMMMMMMMMMMMMMMMMMMM!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

……………………………….

içimden geçti bir an.

hani isteyenin istediğini yapabildiği, isteyenin, istediği için kalıp, isteyenin istediği için istediği zaman gidebildiği, hayatın tek bir kez yaşandığını idrak etmiş insanlar topluluğunun arada kontrat var diye değil de, seçtikleri için, seçtikleri sürece seçtikleri insanla, huzur içinde devam edebildikleri, “gibiymiş” gibi değil de “öyle olduğu için” öyle davranan, riya-free bir vaziyet.

gözümü açtım, yazdım, gülümsedim, gidiyorum.
3 günlük dünyada üzerime daha fazla elem, keder, sıkıntı almamak adına artık ryans roses filan da dinlemiyorum.

Related Posts

kuştüyü
camera obscura
Yazar