MEGGYOZYEL

When I'm good, I'm very very good but when I'm bad, I'm even better

7 & hill

Nefret edilesi bir şehirde yaşıyorum.

Nefret derken bildiğiniz nefret! Havası her daim limonata gibi, rutubeti az, sıcağı öldürmeyen, kara çamura bulaşmayan, yaşamayı seçtiğimiz bölgeleri son derece nezih, arabaları çoğunlukla temiz, pasifik’ten efil efil, yüksek yüksek tepeleri ski donanımlı, matematik defteri, düzgün, …..

Amerika Amerika. Çakma değil, filmlerde gördüğün hakikisinden. Fakat içinden değil de, sahile denk düşmüş, 88 millet, tek lisan (elbet İspanyolca) metropol desenli Amerika.

Nefretin sebebi, benim kodlamanın düzgün yapılmayışı.

İstanbul çocuğuyum. Bünye, malum, eğri olana, ters olana, kırık, dökük, eski, yanlış, yünlüs olana alışık. Başta cennete düşmüşsün etkisi yaratsa da bir süre sonra cennetin karikatürlerde de resmedildiği gibi aslında daral ortam olduğu, esas partinin cehennemde devam ettiği gerçeğiyle yüzleşiyorsun. Daha iyi+temiz+medeni olana alışmak için onlarca “app” yüklüyorsun fakat motherboard sürekli fabrika ayarlarına geri çekmek istiyor. Savaşama, sadece teslim ol, değil mi?

Çok zaman evvel, böyle uyumsuz günlerden birinde tanıştım Downtown LA ile. Benzemez rakiplerine bizimki. Birçok şehirde hayat, eğlence, aksiyon downtown çevrelerinde gelişir, akar mesela.
Şehrin bayrağı bir nevi orada dalgalanır.
LA denen şahsi hapishanemde ise Downtown ve civarı, Eminönü, Mahmutpaşa, Tahtakale’ye tekabül eder. Yani mümkünse paçaları hafif yukarı sıvar, parmak ucunda girersin. Alacağın 4. kalite mali alıp, otoparkına 15 doları bayılıp çıkarsın.
Yolun tekrar ne kadar geç düşerse o kadar iyi.

Gayri nizamı kodlama haricinde biraz da ukalalıkla karışık tarih görmüşlüğümüz var. Beyoğlu çocuğuyum demiştim eskiden. İşte o Beyoğlu dediğiniz yerden karpuz tarlasından geçilir gibi geçilmez. Önündeki çukura tek gözü endeksleyerek, kafayı yukarılara kaldırmadan, o akla ziyan binalara göz atmadan geçmek olmaz. Gözartçılığıdır, cehalettir ve dahası Pera’ya ağır hakarettir. İşte o baktığınız her binada bir şahsiyet, bir karakter, matlaşmış ama asla kaybolmamış bir asalet…. dantel dokusunda ağır tarih, bir duruş, bir ruh farkedersiniz.

Neyse ben tabii yine İstanbul deyip bir dehlizde kayboldum.

Los Angeles Downtown ıste bu noktada yakaladı beni. Eski tarih kokan bir Amerikan şehrinde, örneğin Boston’un herhangi bir caddesinde, NY’ta bir Avenue’da veya Londra, Paris veya İstanbul’da olmak gibi bir his. Acaba ne için, kimler tarafından, ne binası olarak yapılmıştır? Kimler içinden geçmiş, neler yaşamışlardır? Bir LA Confidential klasiğine, dahası Film Noir hayatlara evsahipliği yapmış mıdır?

…………..

Haritada İstanbul’a bu kadar uzak olan noktada yaşayanlar, yani buradakiler bilir. Gün gelir, o tanıdık tattaki bir lokma için, bir fırt için, bir yudum, bir kaçamak bakış, bir nefes için yastık altındaki altını da bozdurabiliriz, köydeki davarı da satarız yok pahasına.

Halbuki hiçbirşeyi satmadan karşıma çıktı 7 & Hill.

Bilenler bilmeyenlere, bense burada okumaya zahmet etmiş bir çift gözünüze anlatayım: Bizim Downtown matematik defteri gibidir. Enine, doğu batı istikametinde giden sokaklarına rakamlar, dikine gidenlere ise Broadway, Grand, Spring, Hill gibi isimler verilmiştir. Adres anlatırken de 2 kesişeni verdiniz mi, abartmak gibi olmasın fakat doğuştan kör bile elleyerek yolunu yordamını bulur.
Hah işte, 7 ve Hill’de buldum ben seneler evvel İstanbul’umu.
Buram buram, ciyak ciyak, yudum yudum, kana kana… ve şaka gibi…

Ölümüne Manhattan bir tempoda işleyen o kaotik senfonide, kemanlar, viola, piyano, kontrbas, obua, timbal, trombon, otobüs, kamyon, ambulans, polis siren, ağır çekim sokağa dönüyorsun…. ve…

……….

Sessizlik.

Zamanın durduğu nokta!

Masalarda ellerinde tespihli erkekler, ağır çekim gibi…

İş yok gibi… güç hiç yok gibi.

Müebbet muhabbet.

Tam rakı kıvamında.

Dönerli sandviçini bekleyen öğrenci.

Tavla zarının narin sesine, pulların küstah sakırtıları.

‘Bi’ çay ver aaaabiye!’

‘Sucuk ta koyim mi sandviçe?’

‘Sezen daha gelmedi, Tarkan var….. çok saaane!’

‘Bir buçuk yapım mı kardeş? Tamam az yoğurtlu!’

Marsssss!!!!!! Al kolunun altına şunu da öğren de gel bu mereti bi’ daha sefere…

…………….

Bünyeye nasıl bir rahatlama geliyor, bilir misiniz?

Bilmezsiniz.

Çünkü kodunuza uygun koordinattasınız.

Çünkü burada değilsiniz.

Fakat burada iseniz, gülümsediniz.

Çünkü bir fırsat yaratıp bu hafta bir döner ayran, sonrasında da karşı marketten biraz Turkish shopping dediniz.

………

Bir bahane ile nasıl teşekkür edeyim bu satırları yazdırana şimdi ben?
Ne güzelmiş limonata hava, az rutubet, efil efil Pasifik rüzgarı, bu şehir…
Durağan, balçık rengi sudan çıkıp, akan bir nehre kavuşmak gibi…
Bir tank oksijen.
5 aydır parmak değmeyen klavyeye kurban, öksüz bir blog…
ve aniden blog’un tepesindeki mor kuşun tekrar uçmaya başlaması…

“7” ve “Hill”’deymiş işte keramet…….

Hah! Kendimi buldum dedim ya…

O anda tercüme edivermişim bu 2 kelimeyi yanyana…..

İşin sırrı oymuş!

Related Posts

kuştüyü
camera obscura
Yazar