MEGGYOZYEL

When I'm good, I'm very very good but when I'm bad, I'm even better

müptela

bir koyda huzur buldum geçenlerde. üç gün.

tek başımaydım.

………………

güneş tam bir tur atmadan önce… bugün.

aklın alabildiği en büyük dolunun ardından bir ay boyunca sona ermeyen bir fırtınada, gözün gözü görmediği, kulakların sağır olduğu, kalp atışının bir türlü normale dönmediği , tufan, tayfun, kasırga, hortum…. birkaç okyanusu içine alan bir coğrafyada dalgalandıktan, çalkalandıktan, alt üst, alabora olduktan sonra,

dünyanın da sonunu gelmesiyle kendimi üst baş paramparça bir çölde buldum. kumların üzerinde, yüzüstü, göğsümün orta yerinden sızan kan…. ağzım, burun deliklerim, kulaklarım, her yanım kum dolu….

konuşmak istiyorum, mümkün değil. boğazımda yumru? yanma… felaket bir yanma duygusu.

hiçbirşey duymuyordum.

hiç ama hiçbirşey görmüyordum.

gözbebeklerim incecik kumlardan çizilmişçesine cayır cayır yanıyordu üstüne üstlük..

ağladım mı?

ağlamakla bu kadar acımaz.

ellerimden kuvvet alarak kalkmak istedim.

beceremedim.

omuzlarım kollarıma, kollarım ellerime kuvvet vermedi. dirseklerim de bir halta yaramadı. avuç içlerimle vücudumu itmeye çalıştım ama onlar da kesinlikle yardım etmediler. bir iki deneme…. yüz üstü tekrar kuma gömüldüm.

yuvarlanıp dizlerimle, ayaklarımla, bulursam bir kayaya dayanarak kalkmak istedim …. dayanacak kimse… ah, dayanacak hiçbir kayalık yoktu etrafta.

baldırlarım sıyrıklar, dizlerim kan revan, ayaklarım acı içinde…

yudum su aradım, su yok.

bir gıdım esinti… yok.

bir ses, yok.

bir nefes, yok.

allah için, allahı istedim…..

yok.

dizlerimi karnıma doğru çektim sonra; başım omuzlarımın ve kollarımın arasında, fetüsün en içe dönük, en yalnız halini aldım.

o noktadan sonra, yaşıyor olmak… olmamak…

zaten farketmiyordu.

………….

gözlerimi aralıyorum.

aralıyorum ama birşey göremiyorum. korkunç bir müzik, korkunç bir gürültü, korkunç ötesi bir duman…

kahkahalar benim kulaklarımı tırmalıyorsa, onları atanın ciğerlerini ne yapıyor, diye geçiriyorum aklımdan.

kulakların kulakları duymadığı, gözlerin gözleri seçemediği, ses tellerinin uğultu karşısında desibelsiz kaldığı bir …. bir cehennem.

binlerce, onbinlerce insan. hiç kimse kendinde değil.

hiçbiri kendi değil.

binlerce yarı mutlu/yarı üzgün teatral maske, şeytani gülümsemeler, genzi yakan saf alkol……. herkes ayakta ama kendi uzuvlarını kullanmaya gerek görmeden güruhlar içinde hareket ediyorlar.

dalga ile salınıyorlar.

yüzlerce metre yukarıdan görüyorum, okyanusun dibindeki yosunlar gibi bir o yana, bir bu yana dalgalanıyorlar.

herkes kendinden vazgeçmiş; başkasının vücuduna dayanmış….. başka ciğerlerden nefes alıp başka kalp atışlarından besleniyorlar.

gözlerle davet ediyor, ellerle reddediyor, düşenlerin üzerinden ezerek geçiyorlar. birbirlerinin üzerinden uzanıp aynı alevin küçük kıvılcım dallarını tutmak için yırtınıyorlar.
alev alanlar, serinlemek için buz dallarından kırıp birbirlerinin en hassas noktalarına değdiriyorlar. bakışlar duman arasından, eller kenet, vücutlar buzdan ürpertiler ve ter içinde, sırılsıklam birbirine yapışık.

düşmemek için tutunmaya çalışıyorum fakat düşecek yerimin olmadığını hatırlıyorum. onbinler içinde yalnız, tek elimle gözlerimi örtüp, diğeriyle bir omuza tutunup tekrar gözlerimi açtığımda…

…………….

bir koyda huzur buldum geçenlerde. üç gün.

tek başımaydım.

resimlere konu bir sandalın içindeydim, en basitinden.
en, en, en, en basiti, en ufağı…

ahşabının gök mavisi boyası aşınmış, küreklerinin sarısı yer yer açılmış, ellerle kavranan yerleri hafif kir bağlamış….
başı, kıçı belli olmayan ama durduğu suya aşık bir sandal.
kayıkhanesinden kopmuş, gidebildiği en uzak, en ufak koya sığınmış.

ölümüne iyot kokan bir sandal.

güneşten kavrulmuş, kavrulmaktan mutlu, mutluluktan sarhoş…

kemikleri ısıtan, ruha merhem, bedene ilaççç…… bir dinginlik.

saçlarım deniz suyu dağınıklığında, tende kayan su damlaları…
burnuma çarpan tarif edilemez koku…. çocukluğuma ait, gençliğime ait…
kadınlığıma, bana ait….

beyaz şişesi devrilmiş, içindeki savrulmuş bir erkek kokusu gibi.

öyle bir rehavet, öyle bir huzur vardı ki havada, gözeneklerimden içeriye sızmamış olsa hafifçe doğrulup başımı suya doğru eğip sandalın üzerindeki ismi okumaya gayret edecektim. suya aksinde yakalamaya çalıştım harfleri. sonra…

umursamamak istedim.

umursamadım.

kendimi suyun inanılmaz ufak dalgalarına bıraktım; tek kolum dirsekten bükük; parmaklar amaçsızca kıvrık.

her dalgalanmada parmak uçlarımın uçları suyla temas etti sadece.
gözlerimi kapattım.

nereden geldiğini merak etmediğim, birbirini takip eden inanılmaz melodilere, bilmediğim seslere açtım bütün bedenimi. sandalın yosun tutmuş altının her dalgalanmada suya çekinirce değmesiyle çıkardığı o küçük su sesine aşık oldum.

ensemde sıcak, sıcacık bir nefes hissettim sonra.

gülümseyerek öbür yana döndüm…

………….

bir koyda huzur buldum geçenlerde. üç gün.

onunlaydım.

Related Posts

kuştüyü
camera obscura
Yazar