MEGGYOZYEL

When I'm good, I'm very very good but when I'm bad, I'm even better

gidememek

hiçbir orjinalliği yok bu satırlarımın. olmayacak ta. yani o güzel burunu şimdiden kıvırıp, eee? ne var bunda yapabilirsin….

çünkü bu yazı direkt bir kopyalama işlemi. aynen apartma, arak, çalıntı. ben yazmış gibi yapıp aslında kelimesini bile benim yaratmadığım bir başeser.

pulitzer’i götürmez ama nobel edebiyattan umutluyum.

yazının orjinalinin başına gelenler de benzer bir olay. başarılı bir kadın yazar bunu alıp yazıyor. okunuluyor, beğeniliyor; tadından yenmiyor.

sonra, tadı, can yücel tadı verdiği için senelerce can yücel yazısı diye elden ele dolaşıyor.

geçenlerde müzik eşliğinde posta kutuma düşünce, çaktırmadan 2 damla da gözyaşı dökerek okuduktan sonra blog’uma kopyalamaya karar veriyorum. bu esnada kısa bir araştırma sonucu yazarının, aslında bilinen yazar olmadığını da öğreniyorum.

sayın pakize suda….. ellerinize, dilinize, klavyenize, gönlünüze sağlık…. yazının orjinalini lutfen bulup okuyun (google pakize suda gitmek)

fakat….

bundan sonrası benim orjinalim…….

 

……………

gitmek isteyip te gidemeyenlerden bahsetmiş.

okurken birkaç damla damladı dedim ya…

kendimi koyduğumdan değil yerine…

gidemediklerini,

gitmeyi bilemediklerini,

bilseler de cesaret edemediklerini bildiğim insanlar için damladı yaşlar.

çünkü ben gidenlerdenim. üstelik bir değil, iki kez gidenlerdenim.

kendi hikayemde, kendi kitabımda kahramanım. en güzel pelerinlisinden hem de! bir de assolistim ya….dore pelerin, özel kontenjandan…

…………..

ben gittim.

tası tarağı topladım; yıllarla istiflenip toz konmasın diye naylonla örtülmüş, en üstüne dantel örtü çekilmiş can ötesi dostları

yedirmiş, içirmiş, okutmuş ve koklamış kan ötesi aileyi

memleketi, işi, alemi

hem sevdiklerimi, hem elalemi

kısacası topunu bırakıp gittim.

üç buçuk ata ata, dört dörtlük hayata başlamaya gittim.

26 seneyi bohçalayıp, ben, bir daha ben olmaya,

bir kadehten dem almaya, belki de kendimi bulmaya gittim.

o kadar, o kadar korkuttu ki bu gidiş… altından kalkamam diye kulaklarımı ve burnumu tıkayarak gittim. gözlerimi de sımsıkı kapattım üstelik.

halbuki benim kitabımdaki hikayede ben olduğum yerde çok mutluydum.

yediğim önümde, yemediğim yanımda, sevdiğim koynumda durumları vardı. ama hikaye bu ya!? çitin diğer yani her zaman daha yeşil görünür der, bu amerikalılar….

öyle göründü. virüsü kanıma sokmuş eski bir erkek arkadaşın da bok yemesiyle, bindim bir uçağa işte…

bindim; uçtum ve bambaşka bir aleme kondum, benden çok öte.

rengarenk, hareketli, bereketli, sıcak, dopdolu, oynaş, kaynaş, bütün kötülüklerin analarıyla dolu bir hayattan – karı, kız, kumar, alkol, sigara ……..

sadeliğe adım attım.

durgun, dingin, sessiz, sedasız…. neredeyse kurak, toprak, bezgin, bitkin….

suyun karşısında akıllara ziyan bir kavak’a bakarken,

okyanus aşırı bir karanlığa bakar buldum kendimi….. ne bir tekne, ne bir gemi, ne de kanlıca, beykoz….

tek kelimeyle beyne zarar, akla ziyan bir karanlık!

görülebilen en yakın nokta japonya; sallayabilirsen el salla kumiko’ya…

…………………..

kolay değildir bir toprağı bırakmak.

yeniden başlamak için önce suyun tadına alışman lazım. dilinde, saçında, teninde.

kolay değildir yeni sokaklar; kokusu, çehreleri…

kolay değildi yeni mizaçlar… her şeye gülümseyen, selamkar, sabahkar, açık kucak

yol veren arabalar; kıvrılmış dudaklar, hatırşinaz cevaplar…

debelenerek alıştık geç yaşta işte.

arada kaldık, derede kaldık. cereyan dedik, debelendik ama alıştık nihayetinde.

1-3-5…. 15 seneyi devirdik 2. hayatımızda. 2 ülkeye endeksli, bir acaip insanlar topluluğu yarattık gavur ellerde…

memnun kaldık mı bu gitme’den?

o da başka yazının mezesi olsun.

…………….

ben gittim.

toprağımdan gittikten sonra bir de sevdiğimden gittim.

adına, tadına, terine, tenine

sesinin ve bakışının tonuna

evimdeki duruşuna alıştığım adamdan gittim.

o sevgiden, ilgiden, alışkanlıktan… o bildik, kontrol edilir akışkanlıktan

sabah nefesinden, boyun parfümünden, ilgisinden, sevgisinden gittim.

birlikte kucak açılmış geçim tasasından, çocuklarımın babasından

postumdan, dostumdan, toprak gibi köklendiğim adamdan gittim.

kendimi içine bıraktığım, yaslandığım; 10 sene birlikte yaṣlandığım, o olmazsa “olmam” sandığım yarımdan gittim. en azından başta yarım idi…. günün birinde üçte birim oldu.

çeyrekte kaybettim…..

pastadaki payı azaldida mı gitti…. onu bilemeyeceğim ama hatice, netice….

…. gittim.

toprağıma olduğu gibi ona da endeksliydim ben. bakmaya alıştığım karşı sahildi işte.

bir ışık yanardı; birşeyler geçerdi o sahilden geceleri.

sonra karanlığa bakmayı öğrendim.

tek avuca ergonomik, anne sütü bebeği iken kundaklım….. ha bugün ha yarın deliririm sandım.

bir baktım, sadece onlar için kalıyormuş akıl sağlığım yerinde meğer!

düşüyorum sandım, kalktım; tökezledim, toparlandım.

karlandım, buzlandım, yavaşladım, hızlandım…. ve sonunda tam dengeyi buldum.

taşları yerine oturttum……

b…e…n……. dim; BEN oldum!

gidilemez sanılanlardan “anca giderim”, bitemez sanılanlardan “işte sapı, işte kapı” yaptım.

üstüne de “seni öldürmeyen, sadece güçlendirir” kulbunu taktım.

aşk denen naneyle ferahlayan evlilik kurumundan…. alışkanlık, arkadaşlık, geçim ortaklığı, “bir daha nasıl baştan başlarım” anonim şirketine geçişi….

ve onun da “tek başına varolmayı bilemeyenler” limited şirketiyle birleşmesini kabul ettim.

baktım ki…..

küçücük bir aile şirketinden, holding oluyormuş evlilikler.

şaraplı küçük italyan restoranında post-it’e çizilen minik kalpler,

koca koca hükümet kontratları ve karşılıklı ihalelere dönüşüyormuş zamanla.

“sen feragat et ki ben de edeyim” tüzüğüne endeksli, yatak özürlü kanıksamalar oluyorlarmış zamanla.

ve birinin kapıyı açıp gidebilmesi, öbürünü de özgür bırakma sevabına girmekmiş.

memnun kaldık mı bu gitme’den?

o da başka sofranın mezesi olsun.

…………………

fakat öğrendim.

Allah ta biliyor ya, öğrendim.

hayatta hiçbir şey korkulduğu gibi değilmiş.

eksilmiyormuşsun; küçülmüyormuşsun. azalıp, tükenip, bitmiyormuşsun.

sen sen olmaya, daha çıtır kabuk tutmaya, akıllı adım atmaya başlıyormuşsun.

çocuklar heba olmuyormuş. 4 duvar arasında birbirini her daim teğet geçen anne-baba kombosundan, kapıyı açtığı anda onu deli gibi özlem ve sevgiyle kucaklayan 1 anne 1 baba formatına, “2 güzel odam”, duble oyuncağım ve İpod’um kıvamına geliyorlarmış.

alışkanlıklar…. ahhh o kötü alışkanlıklar….. hepsi nikotini bırakmaktan daha kolaymış meğer.

yeniden başlaman gerekmiyormuş; olduğun yer, olman gereken yermiş aslında.

yeniden bulman hiç gerekmiyormuş; bulunuyormuşsun çünkü.

yeniden yaratman da abesmiş. yarattıkların yetiyormuş bir ömür boyuna.

yanlış yapmamışsın….

görmemeyi seçmişsin… halbuki işaretler çokmuş;

korkunun ecele faydası yokmuş.

bir bakıyormuşsun……

…………

……………………

dışarısı apaydınlık.

……………………
(bu sana…… cesaretle dile gelip, korkuyla büzülen, evladından kopacağının üzüntüsüyle ezilen, kalmaktan korkan, gitmekten korkan….. sana…)

Related Posts

kuştüyü
camera obscura
Yazar