MEGGYOZYEL

When I'm good, I'm very very good but when I'm bad, I'm even better

lustral

(keyif verici madde katkısız)

dijital makinen omuzunda dolaşırken ‘on’ düğmesi takılır da açık kalırsa…… haybeye, değil 5……
500 poz çekse kötü resim vermeyecek bir şehirden geliyorum ben.
kasabın kapısında bekleşen kediler bir alem; kahvehanenin sokağa savruşturduğu tahta masaların topal ayakları altındaki katlanmış gazete sayfaları…
ciğerleri katran dedemin duman fonda kırışıklarla dolu yüzü, Galata’da oltaya kurban gitmiş adı kendinden büyük balıklar.

ince bellinin kırmızı beyaz tabak üstünde oturuşuna kurban, güneş batarken marmara’sı alev alev, ayı elmas, köprüsü zümrüt, sarı taksileri amber,
Galata’sı sivri, Çamlıca’sı büğrü, namazı beş, çıkmazı leş, adaları darmadağın, fena asabı, gevrek, yarı organik, anason bi’ şehirden.

bıktım diyeceksin senin İstanbul’undan da, hasretinden de ama bi’ dinle.

3 seneyi devirdim.

3 senede aldığım doğum haberleri ile cenaze haberlerini gözlerimi kapatarak hayal etmeye çalıştım mazeret kağıtsız.
doğumlarını kaçırdığıma üzüldüğüm ama buna rağmen cenazelerini kaçırmakla ne de iyi edip, içimde hep bu mesafeden yaşattığım insanlar var, sen bir taşa hürmet ederken.

3 sene oldu, ne kuş olup konabildim, ne kendimi bulabildim oralarda.

komik geliyor yazması bile ama bunca mesafeden aşk yaşadım, aşklar yaşadım 3 senede.

öyle de bi’ becerim var mesela.
herifin ensesinde İstanbul yazınca kolay oluyor aşka düşüvermek benim gibi salağa.
halbuki baksana yıkama talimatına, salak!
belki çekiyor?
belki evli?
belki rengi atabilir?

çamurdan olsun, boktan olsun ama İstanbul’dan olsun bana. ama ben ayağını İstiklal’e sürtmüştür; efendime söyleyeyim, Kabataş Setüstü’nden geçmiştir, Büyükada’da bi’ çay içmiştir diye karşılıksız senet imzalamışım garantisiz mala (bağışlayıp vergiden düştüm birkaçını).

……………

enteresan bir şehir. ruhunu, kokusunu bir tarafa bırakalım….. denizden çekiyorsun, müthiş bir ‘eski şehir’ basıyorsun karanlık odada karta.
karadan çekiyorsun, bu sefer de en az stilize edilen klasiği, vapurlar frikik veriyorlar fotoğraflarında.

karnıyarık bir şehir ya, karşı sahil hep lezzetli.

halbuki gel burada, dur kumun üzerinde, kıtanın en köşesinde….. kıtadan düşüp te yokolacakmış gibi tammm kenarda.

dur bi’ !

teeeee uzakta görüp görebileceğin o ışık var ya…

hah, o işte Tokyo!

Tokyo-Mito-Nigata (yok yok, şaka yapıyorum… olsa olsa tanker ışığıdır)

vapur başlıbaşına sevdalım ‘stanbul’da. üstten çek, başka güzel. yandan çek, martılara simit atan bir kısım dalgın melankolik tip.
zaten vapura binmenin ön şartı değil mi melankoli? vallahi de billahi de elimde doktor reçetesi var:
kahvaltıdan sonra 50 mg lustral / 100 mg cipram / 1 prozac veya Kabataş-tekmil Adalar…

arkada köpürttüğü suyun, yeşilin hangi tonu olduğu muamma, seyrine eşlik eden martısı gece uyutmaz….
‘var mı Kanlıca’nın yoğurdundan arzu eden’ repliği ödül almalı mesela.
arzu ettiren bir şehir çünkü…
amca desen, elinde aluminyum tepsi, 35 senedir su üzerinde yoğurda mesnevi yazıyor.

eski rulo filmde 36 poza giriveren 36 klasiği var; saydırma sakin bana…..
başlarım Kuleli’ye Kız Kulesi, Nişantaşı’na Moda, Arnavutköy’ün taşlı yokuşları (dile geldiler mi? geldilerse giremem bir daha İstanbul’a…),
Hisarın üstü, Kulenin dibi.
güzel bir güne başlıyorsan varoşum Güngören, gece kıvrılıp ta kestirmek için Horhor.

hıyarıyla meşhur semti var, ayıptır söylemesi…
yoğurduyla da var
ama İstanbul’dan bir cacık olamıyor mesela, bütün sarmısaklı yaşayanına rağmen.

genzin yanıyorsa Ihlamur’dan in; gönlün yanıyorsa Fındıklı’da dur.
teksen Aşiyan yollarından, pek’sen İncirli’den geçen otobüsü tercih et. Akbil’ini unutma, az emekli tarifesinden.

ufak, kayda değmeyen kederlerin için Küçükçekmece, derman bulamıyorsan büyüğü.
ve içip içip efkarlanacaksan Tarabya’da taverna; gezeceksen tak koluna Bey Oğlu….
Emin’önü’ne gelmiyorum bile, 5 dakkaya Beşiktaş’tan.

Anam babam okuyor.

de ki buldun civanı…. bak bakalım evvela, adam gibi adam mı? Fenerbahçe’lisi makbul civanın… Galata’dan adam çıkmadı.
hah, kara sevdaya tutulduysan direkt Bakırköy.

tutulmaya niyet var ise Veliefendi beygir dolu.

baktın yok tutulmaya değer bi’şey….

git Kuyubaşı’na

çık Köprü’ye. Yalnız Ortaköy’ün orta yerine atlama gözünü seveyim;

yeni temizlediler ihale ile.

……

nitekim….. çıkacak olursam bu orhan veli modundan – ki promil sıfır
kardeşim, yaz yaz bitiremiyorum ben bu şehri – İstanbullu İstanbul’dan yılmış, ben uzaklardan sürreel jilet edebiyatı yapmaktayım. düşünmüyor da değilim hani; içinde olsam bu 3 lakırdının 1’ini yazar mıydım acaba diye…. kimbilir?

şimdilik hasretim boyumdan büyük Dergah-ı Mualla’ya… Mahruşa-i Saltanat’a.

ondandır hala kendi dilimde muhabbet çevirmem;
okyanus dibine döşeli kablolara, uzayda salınan teneke kutulara birer birer nazar boncuğu taktım.
mazur gör mağduru. iki kadeh içmeyi bilsem, buralardan rahatsız eder miydim cümle alemi?
şimdi, izninle, bu başı kıçı olmayan yazıdan ayrılıp Kuzey’i bulacağım. Köküm Balat sokaklarında, çıkıp kaybolacağım.

Related Posts

kuştüyü
camera obscura
Yazar