MEGGYOZYEL

When I'm good, I'm very very good but when I'm bad, I'm even better

fetih günlüğü 1

– Muazzez, gecenin 3’u oldu. Gel kadın, yapacaksak yapalım şu bavulu. Uyku akıyor gözlerimden. Adamı hasta etme.

– Selami, gözünün yağını içeyim adam. Daha 2 gün var seyahate. Yarın yapsak şu bavulu da bu gece yatıp uyuşak olmaz mı?

– Olmaz, olmaz. Ben seni bilmez miyim? Son dakikada başıma neler neler çıkarırsın sen şimdi. Son gece sanki hacca gidiyormuşuz gibi bütün mahalle çaya kahveye gelir… Sonra senin sülalen, seni 2 hafta göremeyecek diye baklava, börek, çörek, fıstık ezmesi, kaymaklı lokum ve kına mina getirirler… Gecenin bir vakti bunlar da bavula sığmadı diye katilin matilin olurum. Hadi Muazzez, yap gözünü seveyim şu bavulu. Yap artık!

– Off, hasta edersin adamı. Tamam, tamam! Başlıyorum. Otur yanımda da sonra niye kahverengi krokodil kemerimi, beyaz banyo terliklerimi getirmedin diye canımı yeme benim oralarda.

…………
………………

– Bunlar ne Muazzez?

– Başlıyoruz hayırlısıylan! Makyaj malzemelerim Selami!. İlk defa mı görüyorsun?

– Kadın, bu kadar şişe nedir?! Zeytinyağı, sirke şişesi gibi…. Bu kadar büyük şeyleri niçin taşıyoruz Muazzez?

– Bak Selami, bu silmek için, bu sıklaştırmak için, bu nemlendirmek için, bu dinlendirmek için, bu kırmızılıkları almak, bu da parlamayı engellemek için… bu…

– Keeees, kes tamam! Muazzezciğim, gülüm, arım balım peteğim. Sen zaten bir yıldızsın. Bunları sürmesen de parlıyorsun anacım benim. Gel sen bunları taşıma. 2 hafta cildini dinlendir. Nadaşa bırak. Dönüşte yine başlarsın güzellik…

– Selami, ricidiyorum karışma benim 3-5 şişeme. Ay, sen mi taşıyacaksın hem? Lufthansa taşıyacak. Buradan arabaya. Arabadan uçağa… Oradan da otele. Ay ne rahatsız adam oldun sen?

– Muazzezciğim, bak canım. Bir hafta çocuğun evinde kalacağız. Çocukcağıza tutmuşuz fındık kabuğu kadar tek odalı ev. Şimdi sen kendi oğlunu mahçup mu etmek istiyorsun? Şimdi senin şişelerin için yan daireyi mi kiralayalım? Çocuk senin şişelerin için komplekslerin birinden girip öbüründen mi çıksın? Söz veriyorum. Eğer yüzünden pırıltı eksilirse yüzüne bakmayacağım papatyam. En ufak defoda söz! Dönünce estetikçiye kendi ellerimle götüreceğim.

– Selami…. Bunlar bu bavula giriyor. Gerekirse sen uçmayacaksın ama benim Lancome setim uçacak. Lütfen bunun tartışmasını yapmayalım!

– (!!*&@^#*!@^@). Peki peki…. Ne desem boş, ben bilmiyor muyum kime konuştuğumu? Peki gülüm. Bak iyi etmişiz ki bugünden başlamışız bavula. Hayırlısıyla zaten uyumadan devam edersek ancak gelecek Kurban Bayramına hazır bizim bavul.

– Aaaay, nasıl da abartmayı seversin Selami…. A a a , bu ne bu?!?!

– Benim traş takımım ve parçalarııı…

– Orman mı traşlıycaz Selami?! Benim şişelere laf edersin ama senin benden aşağı kalır yanın yok bakıyorum. Traş makineni anladım da bu yanındaki bavulcuk ne?

– Parçaları işte. Sol kulak arkası parçası, sağ kulak arkası parçası, ince ense traşı, bıyık parçası falan filan…

– Sen bu kadar komplike bir insan mısın ki Selami? Ay inan Selami, senin kadar süslü erkek de az görülmüştür. Hele Amerika’da tek olacaksın, tek!

…………………………
………………………………..

(ertesi gün)

– Muazzez, bu nedir iki gözüm?

– Ayva reçeli. Ne düşünceli değil mi bu Rabia Hanım? Bizim Sinan’ı düşünmüş de bugün gidip ayva alıp yapmış. Daha sıcak…

– Muazzezciğim, ayvanın İngilizcesini biliyor musun?

– Ay, ne gerek var İngilizcesine Selami? Sinan Türkçe’yi mi unuttu? Alemsin!

– Hayır, hayır, gümrükteki memurlar ensende soluyup bunlar ne diye sorarken, ayvayı nasıl söyleyeceksin diye soruyorum…. Hele hele bu?! Anlat bakiim Muazzez? Bu ne bu?

– Cevizli suçuuuuukkk…

– Hah, anlat bakiim Muazzez. Bana cevizli sucuğu anlat. Suyun rengini daha kolay anlatırsın kadın sen o gümrükte.

– Ay, zikkimin peki be Selami! Ben bir tanecik evladıma cevizli sucuk ve cezerye götüremeyecek miyim?

– Kadın…. (grrrr). Bak Muazzez Hanımcığım. Gel seninle bir anlaşma yapalım. İstersen sadece şimdi İngilizcesini bildiğimiz yiyecekleri alalım bu seyahatte yanımıza. Kalanını da sonra ben Fedex’le yollatırım fabrikadan.

– Ay, hayatta olmaz! Senin tulum peyniri, Maliç peyniri, pekmez, salgam suyu, güllaç ve kuru baklava bu bavuldan çıkmadan benim cezeryem hayatta çıkmaz. Benim bir Sinan’im var. Sinan’ımın bir canı var. Canım bunları çekti, keşke getirseydiniz dedirtmem ben oğluma.

– Anlaştık kadın. Gümrük köpekleri bunları koklarken köşede durup kış kış güleceğim senin haline ama….

………………
………………………

– Selamıııııııı… Selamıııııııııııııııııııııııııııı……

– (Amerika’da da sokaklarda böyle bağır çağır da atsın NYPD seni içeri inşallah). Efendim gülüm, geldim…

– Selami, beni bavulların başına diktin, gitmiş içerde Televole seyrediyorsun. Hayret bir adamsın. Yardım etsene suna bir….

– Bu ne bu!?! Kaç bavul var burada?!?!?!

– Doooo-oort! Adam başı 2 bavul hakkımız yok mu zaten?

– İyi de Muazzezciğim, gönlümün sultanı… Daha kıyafetleri koymadık ki hatunum, balım!

– Ay onları da koyunca alt tarafı iki bavul ekstramız olur! Selami, lütfen benim iki ayağımı bir pabuca sokma rica ediyorum. Rahat rahat yapalım şunu, huzur ve barış içinde ayak basalım hayırlısıyla şu Amerika’ya!

– Ay, pabucun lafı mı olur Muazzezciğim? Nerede, hangi devirde görülmüş senin 2 ayağın tek pabuca girdiği? Hani bugün kırkayak olsan da yeteri kadar ayakkabı soktun sen o bavula. 6 çift sokak terliği, 4 çift siyah çizme, 3 ev terliği…. Yarım düzine gece ayakkabısı… Kış günü New York’a gidiyoruz. Hadi botları anladım, terlikler niye!?

– Ben senin tabak desenli gömleklerine karışıyor muyum?! Taa 99’dan kalma kıro ipek gömleklerini taşıyorsun da ben onlara birşey diyor muyum?

– Tamam bülbülüm, kaktüşüm tamam! Yine kavgasına başlamayalım sen onu aldın, ben bunu aldım diye. Ne istiyorsan al. Yalnız dikkat et de bizi uçağın kapısından geri çevirmesinler. Sana özel uçak kaldıracak param yok, ona göre!

……………..
…………………..

– Şunu da köy Selami…. Hah, bunu da sıkıştır Selami… Bunu da böööyle, hah!

– Bu ne Muazzez?! Uçağa 4 saat kaldı, artık vallahi küçük tansiyonumla büyük birbirine karıştı, ikisi de lipid ve kolesterolumu dürtüyorlar. Bu ne kadın!??!?!

– Samfistik. E, Sinan’a götüreceğiz demedik….

– Yaaa, akıl var mantık var Hülya Avşar’im benim…. Gülben Ergen’im, Asena’m….

– Rica ederim Selami, benim adımı onların adıyla birlikte anma. Direkt konuş benimle!

– Bak Muazzezciğim! Çocuğun canı samfistik çekiyorsa da bavulları açınca sana yemin ediyorum çocuk ömrü billah bir daha samfistik demeyecek. İki gözüm, zaten bu çocuk buradayken de ağzına kuruyemiş koymazdı. Hatta, test ettirmedik ama alerjik bile olabilir fıstık familyasına. Şimdi tutmuş, yedi düvelin getirdiği 4 ton fıstığı sen bavula sıkıştırmaya çalışıyorsun. Çocuk eyaletine dağıtsa da bitmez ki bunca fıstık! Hadi anacığım, izin ver de bunun yarısını apartmandakilere dağıtalım, hazır bayram arifesi….

– Sen nasıl istersen Selami. Ama bil ki o çocuk bir gün bana “canım fıstık çekti” derse…. Bir gün Selami, tek bir gün… işte o gün seni oracıkta terkederim!

– (keşke hiç götürmesek de canı çekse evladımın). Tamam kadın tamam. Al götürelim. Nasıl olsa Kenedi’de bizi illegal fıstık ticaretinden içeri atacaklar. Ha dört ton, ha iki… ne farkeder? Keşke kuruyemişçi Bilal’ı de yanımızda götürseydik de, çocuğun acil fıstık ihtiyaçlarında yanında olsaydı… Bir torpille ona da Green Card çıkartırdık nasılsa…

…………….
……………………..

– Şükür sonunda! Kapatabildik. Hmmm, bakalım şimdiiii… New York için kışlıklar, Hawaii için yazlıklar, tuvalet malzemeleri, senin mühim terliklerin, robdoşambrin, banka cüzdanları, tapu, iki adet ikametgah, ehliyet, ruhsat, selülit kremlerim, gece yuttuğumuz haplar, sabah yuttuğumuz haplar… başka başkaaa…salamura yaprak, traş kremin… eksik yok herhalde artık… Haaaa! Yufkayı koydun mu Selami, yufkayı? Eh, inşallah aklımıza uçakta da birşeyler gelmez. Vallahi benim içim şimdiden daralıyor neler unutuyoruz neler diye… E, iki elim bir şeye girdi yani… ay … pabuca… sakinleştirici alayım da şu uçakta rahat uyuyayım. Şimdi senin horlamandan nasılsa pilot bile uyuyamaz!

– Muazzez, bir pilotaj hatasına kurban gitmeden önce koca hatasına kurban gitmek için son çırpınışların bunlar, değil mi bülbülyuvam, sambabam benim?

– Hahahaha, alemsin kocaların kocası. Çok şekersin vallahi. Bir an önce gitsek de kavuşsak Sinan’a artık. Yol nasıl büyüyor gözümde, anlatamam. Allah vere de açmasalar zeytinlerle bal kavanozunu filan. Hatırlıyor musun geçen sefer nasıl basınçtan kavanozlar reçelleri filan sızdırmıştı da senin ipek gömlekler… ah hahahahaha…

– Merak etme aşkım aşkım! Bu sefer ayva reçeli senin ipek geceliklerinin arasında. Yumuşak yumuşak gitsinler diye. Zaten vallahi de billahi de tövbe. Bir daha böyle seyahat etmek?! Düşmanımın başına, YaRabbim. Çocuğu Manhattan ’in ortasına yolladık. Bavulları gören çöle, açlığa susuzluğa terkettik sanır. E be kadın, gittiğimizde bu çocuk kiloluysa… bütün bu börek çöreği senin burnundan sokmayan ne olsun!

– Hadi hadi, terslenme, lanetlenme şimdi bana! Çıkar şunları kapıdan da şu dökeyim arkamızdan.

– Yaaa, dök dök… Şu dökerken dua da et de, NY mapushanelerinde bu yemeklerin yarısı kadarını bize de versinler. Savulun Amerikalılar. Görmemiş sülalesi tatile geliyor!!!!!

(Cat!)

– Sen de duydun mu Muazzez?! Acaba bavullardan birinin içinde bir ses mi geldi!?

Related Posts

kuştüyü
camera obscura
Yazar