yol
ayrı düşsem seninle dedim bir süreliğine, en romantik buluşma, kavuşma, koklasıp sevişme noktamız neresi olurdu? eh, her gece dümdüz uyuyamıyor insan… bazı geceler kuzulara takıyorsun, bazı geceler böyle hayallere.
nerelere gittim, ne tepelere tırmandım… ne manzaralar görüp, ne derinlere daldım bir bilsen….
düşündüm, taşındım; beni en yüksek tahrip ve tahrik eden şehirlerin başında New York geliyor dedim kendi kendime. haliyle empire state’in tepesi bizim için feci ‘sleepless’ olurdu. eylül başı, NY ta havalar az biraz serinleyince, dalgın dalgın NY’u seyrederken yakalayabilirsin beni. belimden şarıl gelince…
“başım döner; sen zaten yetersin!” dersen beni mest etme adına… daha alçağında eiffel geliyor aklıma. paris her daim romantiktir nasılsa. gelsem, yaşasam, ölsem ne olur ki derim paris için. hah bak uğruna, uğruma açılacak bir şişe şarap bulursan onu kapıp eiffel’de de buluşabiliriz mesela… asansör sırasına turist olmak istemezsen, her zaman pont neuf…
şehirden uzak, yeşil, yemyeşil mi dersin? kuzeye uzanabiliriz buradan. anlamsızca romantik, ziyadesiyle fantastik, bir şarap bağında da alkolik oluruz darmadağın. şarap tadacağız deyip bağları kuruturuz birlikte. napa’riz napa’da? bir baguette, bir dilim peynir ve bir salkım üzüme gönüllü mahkum. müebbet!
günü batıralım ki iyi fotoğraf versin dersen kavuşmamız…. hawaii’de bir kumsal derim sanırım. filtreye bile gerek olmaz kamerada. otomatiğe koyar, deklanşöre başar, durmadan romantik çekersin fonda. ama luau ve hüla dans? hmmm…
“buluşalım; güzel bir yürüyüş yapalım; sen beni ne kadar özlediğini anlat” dersen eğer, gözlerden kuytu, uzaydan manzaralı enfes bir mekanım var bize. en rahat ayakkabılarını giy çin seddi’ni aşmak için. ben anlatırım, sen dinlersin. yol bitince gidersin.
o kör edici turkuazda, deniz üzeri bungalowlarda bekle beni dersen… hani cam küvetin altından balıkları seyrettiğin ve uyanınca yatağından denize düştüğün… bana iyottan ve maviden daha cazipsin deyip reddedebilirim.. ama tahiti’yse tahiti, balı’yse balı… bir tayfuna vermektense ruhu, bora bora’ya vermek örneğin bedeni.
buluştuğumuzda uyku haram olsun, konuşmak ta… Kendimizi kaybedelim bir daha? ibiza?
bir daha kaybedelim? amsterdam…
çünkü biliyorum ki amsterdam’da kaybetsek te buluyorum, unutmuyorum seni…
bünyenin eksiği var, ister istemez maviden gidiyor ama “bu yaz yunan adaları?” demiştin. ben de “mavi” demiştim. orada buluşursak pasaportumu kaybedeceğime emin olabilirsin.
buluşmamız doğal bir felaketle sonuçlansın istersen eğer… ısrarla isveç diyeceğim. bunca aşk ve tutkudan buz oteli eritip, sularında tekne ile gezeceğim.
gondol daha mı romantik dersin? giriş kapısı piazzale roma’da bekle beni, küflü venedik’te. ben de sana şehir tamamen sular altında kalıncaya dek seni seveceğime söz vereyim… ondan sonra ne yapacağını bilmiyorum ama benden oraya kadar olurdu sanırım.
santorini’de sirtakiye de varım ben seninle;
viyana’da mahler, mozart, strauss’a da.
dinlerken tutabileceksem elini sürekli….. wagner’in ring cycle’ini dinleriz mesela…
bir octoberfest’te o sevmediğim birayı da içerim sen de varacaksan eğer tahta masaya, bordeaux’da hemen lavantalardan sola dönünce köşedeki lal’e de tav olurum anında.
hah…
sen “geleceğim” de…. pizza kulesini düzelttireyim basın dönmesin diye…
ve big ben’in akrep yelkovanını çalıştıran çarkların arasına cop sokayım, dursunlar geldiğinde.
çok şans vermiyorum ama…. hani olur da seni tekrar görünce kesilmezse nefesim, maçhu picchuya tırmanalım elele buluştuğumuzda, bi’ fikir. oksijene hasret kaldığımda suni teneffüs.
vahşi hayvanlardan çok korktuğum için isterdim seninle masai mara’ya gitmeyi mesela. her aslan kükreyişinde kollarının arasına gireyim ve bütün kenya vahşi hayatı uykuya dalana dek çıkmayayım oradan. vardır işte böyle ürkekliklerim, sen çaresine bakasın diye. yoksa da yaratırım son kapris.
sıcağa dayanamam, gel esintiyle dolaşalım dersen bana; bir porsche kiralarız eski model kanada sınırından aşağı kadar… pacific coast highway. freeway’in adının bi’ olmasıyla bi-tanem olmanın hiçbir alakası olmazdı elbet. ama güzel bir buluşma olurdu, ne yalan söyleyeyim! big sür, big rocks, big ocean….
ve gitmeyelim uzaklara, gel en yakında buluşalım dersen, ah o ayartan yar istanbul olurdu tek rotam. sen trafiğine küfrededururken, benim gözlerimle gösterirdim adım adım orayı sabahtan geceye, geceden de sabaha. çok mu ağrırdı basın? ege tarafına uzanırdık, kordon boyu bi’ nefese.
ama sor, hadi sor…. “nasıl hissederdin beni gördüğünde şimdi” diye sor hele bir.
sonra da sus, bi’ dinle… sus da bi’ dinle hele…
öyle kesilirdi ki ayaklarım yerden, kara mara tanımazdı bedenim zaten.
kıç ege’de, burun akdeniz….. dönmeyecekmiş gibi buluşmak isterdim eski bir gulette. hazır değmiyorken ayaklar yere, ege’m ege’m olsun her yer derdim. kaptansız basıp gidelim ve rüzgar esmeyi bırakırsa dünyanın herhangi bir yerinde birgün… o zaman geri dönelim diye….
o önünde 2 basamağı olan çıplak baraka ve çakıl taşlı kumsal…
neresi olursa….